29 Ocak 2012 Pazar

GEÇMİŞTEN GELEN, GELECEĞE DAİR...

İnsanların üşüdükleri zaman yorgan gibi, battaniye gibi sarındıkları umutları var. Sevgiyle sarıyorlar umudu yüreklerine. Işıkları söndüğü vakit şehrin, ay ve yıldızlar ışık oluyor yürekleri umuda sarılı insanlara. Derinlerden gelen bir tanıdık müzik bazen kuzey yıldızı gibi yol gösteriyor onlara… Düşüncelerimde sen, hayalimde sen, yattığımda yatağımda sen…
Kıyılarıma vuran, coşup durulan bir dalga gibisin sen en çok. İçimdeki acıları çekip alıyorsun gelişinle; giderken özleminin sıcaklığı ile kavuruyorsun beni, delice.
Sensizliği içime çekerken karbondioksitli şehrimde, en çok gecenin sessiz çığlığı seni anımsatan bana ve her sabah güneşin doğuşu gülümsetiyor beni. Bu monoton dünyanın içinde, monotonluktan uzak sıcak ve tutkulu olmandı belki de sıradanlığa alışık bedenimi rahatlatan ve uyanmaktı seninle olmak, derin bir uykudan. Her şey değişmişti artık gün ağardığında, ben eski ben değildim, güneş aynı güneş değildi ve sen, aynı sen değildin artık. Sana belki de hiç öyle bakmamıştım, o nedenle değişiktin o sabah ya da bana öyle geldi. Bilmiyorum… Ama sen, halen o geceki sen değilsin, ben de elini nereye koyacağını bilemeyen, nasıl oturacağını şaşıran o ürkek değilim artık. Zaman mı değiştiriyor insanları yoksa bir sıcak sarılış mı değiştirdi beni, yani sen miydin değiştiren tüm benliğimi… Bu gece yine seni düşündüm, düşündükçe özledim seni, özledikçe sen oldum, yağmur olup camına vurdum tüm gece…

Ağrılı,sancılı bir doğumdu aramızda yaşanan. Sen kabuslar görmekten korkarak sokulurken damarlarıma, ben pembe bulutlu düşlere kapadım gözlerimi. İkimizde uykusuzduk sonunda, sen korkularından bense fazla mutluluktan. Ürkme ile heyecanın vahşi düellosunda korku 10-0 galipti. Kaybedilen her şeyden önce, ağrılı doğmuş bir aşktı belki de. Yıpranan her şey, aşkın kendisi değil kutupları oluyor genelde. Aslında aşkı onarmak daha kolay kutuplardan ziyade. Ve aşk onarılmadığı için kutuplar küs yüzyıllardır birbirlerine.
En şiddetli fırtınamsın sen, tüm hücrelerimin depremisin. Sarsılırken yüreğim, ruhum bir esintinle dağılırken bedenim artçı sarsıntılarında derbeder ve bir çöl oluyorum sıcaklığının kavuruculuğunda.

Sen ki benim her okyanusa açılışımdaki ilk ve son limanım, sen ki düştüğüm; bir türlü çıkamadığım derin kuyum.
Sonu belirsiz yolumsun, gaza bastıkça tufanına kapıldığım. Sen, vazgeçilemeyen tek bensin aslında. Vazgeçilmezim, sen…

Yorgundum belki ben. Çaresizdim ve yaralarım kanıyordu. Kanamayı durdurmayı teklif ettin aniden. Biraz utangaç, biraz sıkılgan sar dedim yaralarımı. Kendi yaralarını anımsadın benim yaralarımı sararken, kanım eline bulaştıkça benden değil; kendinden iğrendin sen. Hatırladıkça kendini acıtmak adına sarmayı unutup yaramı, beni de acıtmaya başladın. Sessiz çığlıklarım yükseliyordu dudaklarıma kapanmış dudaklarının arasından, duyamadın. Sevginin acı ve buruk tadını bırakıyordu tenimde dudakların, parmakların ve acıyı öğretiyordu tenin tenime…

Ruhumu onaran bir merhem sanki sesin. Geçmişten gelen, geleceğe dair ne kadar acı varsa hepsini silip atıyor bir anda. Unutturuyor bir uçurumun yamacında hayata ağlayışımı, bileklerime yaklaştırdığım jiletleri ve düşürüyor parmaklarımın arasından jiletleri. Sesin ki inadına sevgi dolu, inadına umursamaz ama inadına “ben” gibi. Sen de biraz ben sesine uçuran yüreğimi, ben de biraz sen; hüzün baz acı…
Yavaşça, usulca annemin öperek uyandırması gibi sesin, okul yerine hayata gecikmemi önleyen, hayata bir kez daha korkarak ama inanmaya çalışarak sarılmaya iten. Sesindeki ben, tıpkı sen gibi; sen zaten ben...
         Neden korkar insan aşktan, neden kaçar en derin haykırışlarından hücrelerinin; neden duymak istemez ve susturur içindeki tüm isyankar çığlıkları? İsyan başladıkça neden bir kral gibi bastırmaya çalışır isyankarları? Her isyan kötü müdür özünde; her kral korkar mı inancının ve kurduklarının yıkılmasından; aslında bütün krallar mı korkaktır “aslan yürekli” lakaplarının ardında?

Korktukça savunmasız kalırsın aşka dair, kaçtıkça bulur aşk seni. Bilir korkunu, hisseder içindeki acıyı ve intikam almak ister gibi, acıtmak ister gibi önceki kaçışların için; daha çok batırır seni aşkın bataklığına. Çırpındıkça battığını görsen de, çırpınmaya devam edersin; çırpındıkça daha çok battığını bilsen de çırpınırsın. Seni çeken bataklığa yorgun düşüp kendini bıraktığında, aşka çoktan bulanmışsındır ruhuna değin. Bu kez bataklık seni iter, “çırpın” der sana, “çık git içimden” der, gidemezsin. Korkmakta haklısındır belki de aşktan aslında, daha önce girmişsindir o bataklığa ve bataklık istemesen de çıkarmıştır seni içinden daha önce de. Ve yine zar zor, istemeye istemeye çıkarsın o batağın içinden ve korkarsın tekrar batmaktan. Yeminler edersin bataklığa ve aşka dair. “Bir daha asla”lar başlar o anlarda ve korkarsın batmaktan tekrar… Seni tekrar bulmanın mutluluğuydu beni güzel yapan. Çirkinleştim bu gece. Seni bulduğum gibi kaybettim açık denizde. Oysa iskeledeyiz sanıyordum dalgalar dört yanımı sarana dek. Dalgaların arasında karanlıkta kalıverdim yine. Boğuşmalı mıyım dalgalarla yine sen uğruna, yoksa bırakmalı mıyım boğuşmayı artık? Yorulmalı mıyım aşk dilenmekten? Bedenim yorulmaya başlıyor yavaşça. Bırakıyorum azgın dalgalara, üşümekten titreyen bedenimi. İskelede gördüğüm o ışık sen misin yoksa? Hayır değilsin, gözlerim yine oyun oynuyor olmalı bana… Bırakıyorum gözlerimi de kapanmaya. Ne olacaksa olsun artık diyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder